14 Aralık 2017 Perşembe



MİM
Sevgili Sevgi, işte geldim. Sorduğun soruları dilimin döndüğünce cevaplandırayım bakalım. Ancak peşin söyleyeyim öğretmenliğim süresince  ayrıntılı cevap istedim. Ayrıntılı da cevap veririm. Sıkılmaca yok. Haydi Bismillah.

1. Yaş mı?.. O da ne?.. Gerçekten de bu soruyu sormasa mıydın yav? Şimdi çocuklarım bu yayını okurlarsa ne olacak? Yaşımı sorduklarında onlara," On yedi buçuk yaşındayım ama beni üzdüğünüz zaman yetmişime geliveriyorum." diyordum. İşte ben ikisinin ortasında
ellili yaşlarımdayım. Mesleğe gelince  Hanımlarda meslek çoook. Eş, anne, temizlikçi ,bulaşıkçı, ahçı, terzi...Diploma sorarsan henüz emekli olmuş-doğrusu hiç de alışamamış- bir Türkçe öğretmeniyim.

2. Karadeniz'de Ordu ilinin en güzel ilçesi Ünye'de yaşıyorum.  Burada  yapılaşmadan kurtulabilen yerleri çok seviyorum.  Kent Ormanı, Kadılar Yokuşu,Çamlık ,Yürüyüş Yolu ve tabii denizini çok seviyorum. Öyle ki denize sırtımı dönüp oturmamak için koltuklarımı herkesten farklı yerleştirdim. Açık havalarda denizin o masmavi görüntüsü beni rahatlatır.












3.Günlük hayatta beni en çok mutlu eden şey dostlarla beraber vakit geçirmektir. Ayrıca hobilerimle uğraşmayı da severim.

4. Pek çok hobim var.Ama ayırt etmeye gelince hiçbirini ayırt edemiyorum. Ruh halime göre değişir. Başta kanaviçe işlemek,uzun süredir beni sıksa da dikiş dikmek(çünkü bu konuda mektepli değil alaylıyım,bir eğitimim yok ve dikiş dikerken müthiş döküntülüyüm) çiçeklerim ki onlarla uğraşırken kendimden geçiyorum diyebilirim. Bu aralar da mobilya boyamaya merak saldım. Kendimi geliştirmeye uğraşıyorum. (laf aramızda yaptığım masraf ve harcadığım mesaiye bakarak ortada bir şey göremeyince zaman zaman boş işlerle  uğraşıyorum diye düşünmüyor değilim.) Ayrıca şiir geceleri hazırlamak da bence hobi sayılır. Bir edebiyat kıraathanesi açabilirsek orada devam ederim artık.
5. İstediğin fotoğraf olsun da şimdi hangi köşesini ayırt edeyim ki evceğizimin?..Bir yerini göstersem diğerlerinin hatırı kalır sonra. Demek bize katlanacaksınız biraz .  Evceğizim evceğizim sen bilirsin halcağızım deyip  girişle  başlayalım o zaman:


Salonumuz


  Denize sırtımı dönmemek için şu yeşil koltukta oturuyorum. Yalnız bu ara salonumda değişiklik yapınca ayarım bozuldu. Bu eşyaları pek sevemedim. Koltuklar iyice çöktü diye değiştirdik ama ben eski kotuklarımı istiyoruuuuuuum. Ahan da altta görüldüğü gibi. İyice anladım ki alışkanlıklarımdan vaz geçemiyorum. Üstelik kaç zamandır değiştirmeye uğraşıyordum.







 
  Sence de eskilerim daha zarif değil mi Sevgi?(Diğer blog komşularımın görüşleri de memnuniyetle beklenir)

 

  Bu köşede el işi yapmayı seviyorum.



  Yeşil koltuğum bu cama bakar.


Olmazsa olmazım balkonum, begonvilli köşem ve akşam saatlerinde manzaram.





Yeşil koltuktan görünen bu manzarayı ve mutfağımın bu köşesini de seviyorum.  
                            
Oldu olacak önceki kışlardan birinde çektiğim ve evimden seyretmeyi sevdiğim şu kış videosunu da paylaşayım bari.(çok mu abarttım)

6.Başta Kur'an ı Kerim tabii ki. Kıraatı bile etkilemeye yeter. Ama kalan kısmı çok zor bu sorunun örtmeniiiim.  birbirinden ayırt edemiyorum. Eve dönmesin şimdi madem öyle çocukluğum ve genç kızlığıma damgasını vurmuş ve beni çok etkileyip yolumu çizmiş olan kitap "Çalıkuşu" diyeyim o zaman.
Şansımıza çıkan sayfadan aldığım bölüm de bu:


7.Çevreme baktığım zaman hep mucizeler görüyorum. Şu koca evren, insan,ağaçlar,deniz,bir kum tanesi...mucize değil de nedir?
8. Daha kendi ülkemi göremedim ki...Ne diyeyim? Hindistan ilginç olurdu herhalde.
9. Bana göre en büyük başarım rahat ve bilinçsiz bir ortamda yetiştiğim halde en genç çağımda tesettürlü olmaya karar vermemdir.
10. Ölmeden önce yapmak istediğim en önemli şey Allah'ın rızasını kazanabilmiş bir kul olmak. Başka ne isteyebilirim ki.


Son söz: Örtmenim ilk defa bir mim ödevi hazırladım.Ayrıntılı bir ödev hazırlamak için çok çalıştım. İnşallah başarılı olmuşumdur.









10 Aralık 2017 Pazar



     İNSAN - 2
     Bir şey yapmalıyım. Elle tutulan,gözle görülen bir şey olsun,baktıkça gönlüme hoş gelsin.
 Yakınlarımın sıkıntıları var. Biliyorum ki hayat şimdi onlara dar. Bense uzaklarda,kendi dünyamda elinden bir şey gelmemenin çaresizliğini sindirmenin gayretinde ruhuma iyi gelen   uğraşlardayım. İyi ki var bu uğraşlar. İnsanın dış dünyadan kopup beynini boşaltmasına en iyi ilaç diyebilirim.Bir de vakti iyi değerlendirebilsem. Teknikleri doğru dürüst öğrenmek de çok önemli. Buna da epey mesai harcıyorum aslında ancak öğrenecek çok şey var daha. Bu raf uzun zamandır bekliyordu. Nihayet ortaya çıkabildi. Zaman ve emek sarfettiğimiz uğraşların bizleri mutlu etmesi dileğiyle hoşça kalın.







                                 




       

                İNSAN-1
  Şu koca dünya... Hikayesi ne de zor.  Muhteşem bir tablo. Her noktasında insanı mest eden sayısız güzelikler...  Denizin,toprağın,yaprağın rengi,dağların,ovaların,deltaların gözleri şenlendirmesi...Ve acılar,acılar,acılar...Savaşlar,yokluk,   perperişan insanlar...Ve depremler,seller,afetler...Bütün bunları yaşamasa da haberdar olan insan. Nasıl huzur buluyor? Aklımda  sorular...
   Nihayet ruhum limanda. Sorularım cevap buldu kalbimde.
  Evet,insan şu uçsuz bucaksız alemde bir zerre bile değil belki ancak öyle yaratmış ki Yaratan, her insan koca bir alem. Her insan kendi dünyasında yaşıyor.  Çoklarına göre küçük olan o dünyalarda ne sevinçler ne acılar var.Zihin ve yürek sadece kendi dünyasına odaklanmış: çoluk çocuğu,ana babası,komşusu,arkadaşı,akrabası,işi gücü,kedisi köpeği, yaptığı yürüyüş,hoşlanmadığı söz,seyrettiği manzara,gönlünü eğleyen uğraşlar,baş koyduğu fikirler,geçim kaygısı...
  Ve böylece her insan koca bir dünya. Ondandır kendimizi yeryüzünde bu kadar önemli görmemiz. Halbuki şu uçsuz bucaksız alemde cürmümüz bir toz zerresi bile değil...

28 Kasım 2017 Salı

ZİLLER ÇALACAK...


 ZİLLER ÇALACAK...  
Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin, 
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.


   Evet , ben artık gidemeyeceğim... Nasıl da kolum kanadım kırık...Öğrencilerimin orada olduğunu bilmek ama gidememek...Garip bir duygu. Öyle de olsa biliyorum: bir öğretmen sadece çalıştığı sürece öğretmen değildir.
 Ve son gün, - kifayetsiz olsa da- son konuşmam. Emekliler adına bir öğretmen olarak öğretmene bakışım:

Sn. Kaymakamım,Değerli  Misafirler,
Yeni dünya düzeninde geleceğe dönük en büyük yatırımların eğitime yapıldığı bir çağda bizler omuzlarında en büyük sorumluluğu taşıyan bir mesleğin mensuplarıyız.
Öğretmen sadece kara tahta başında ders veren bir görevli değildir.
“İkra , bismi Rabbike!” “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” hitabını rehber edinip öğrencilerine ve çevresine kainatı ,  insanı , olayları okumayı öğretmeye çalışmak ve Atatürk'ün işaret ettiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak en büyük hedefimiz olmalıdır.
Başöğretmenimiz M.K. Atatürk ,“ Öğretmen her fırsattan istifade halka koşmalı,   halk ile beraber olmalı ve halk ,   öğretmenin yalnızca alfabe okutur bir varlık olmayacağını anlamalıdır.” diyor.
Bu sözler öğretmenin topluma model olmak zorunda olduğunun en açık ispatı değil midir ? 
O halde öğretmen;duruşu,tavrı,düşünce biçimiyle kendini aşmış bir karak
ter abidesi,bir insan-ı kâmil olmalı . Millet olmanın dinamiklerini nesillere 
aktarabilmelidir. Bu tavır aynı zamanda saygınlığımızı korumanın en güzel
 yoludur. 
 
Değerli misafirler,bugün yaşadığımız sorunların en büyük sebebi öz kültü
rümüzden kopmuş olmamızdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında tam bir kendine
dönüş yaşayan milletimiz bugünse tam anlamıyla bir dil ve kültür zafiyeti 
yaşamaktadır. Oysa Bizi millet yapan değerlerimizden uzaklaşmak varlığımı
zı da temelinden sarsacaktır.
 
“Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.” diyen Yahya Kemal BEYATLI  asıl derdimizi ne güzel anlatmış.  Öğretmen bu en büyük tehlikeyi bertaraf etmek zorunda olmanın bilinciyle bir Mevlana , Yunus Emre , Hacı Bektaş- ı Veli ,   İbn-i Sina  ,   Fatih ,   Mehmet Akif  olmalı; Atatürk’ün açtığı çağdaş uygarlık yolunda yürümelidir.  O zaman millet olarak sadece başımız sıkışıp zor durumlarda kaldığımızda değil ,   her zaman birlik beraberlik içinde olmamız gerektiğinin bilincine varırız.

Atatürk, “ Öğretmenler Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” derken öğretmenin en büyük görevinin özgür düşüncesiyle sorgulayan, araştıran ve sonuca varan bireyler yetiştirmek olduğunu vurgulamıştır.  
Bu düşünceler içinde emekliliğimin ilk günlerini yaşarken  “ vatan, millet ve mukaddesat uğrunda helâl olsun, helâl olsun verdiğim bütün emek.” diyorum ve öğretmen olmanın emeklilikle son bulmayacağını biliyorum.  Öğretmen olmak dudağımızda yarım kalan ve hiç bitmeyecek bir şarkıdır. Sözlerimi bizi çok iyi anlatan dizelerle bitirirken  emekliye ayrılan arkadaşlarıma sağlık ve huzur,çalışmakta olan arkadaşlarıma gayret ve başarı,aday  öğretmenlerimize de mutlu ve başarılı bir meslek hayatı  diliyorum. Günümüz kutlu olsun.
Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.
                               

4 Kasım 2017 Cumartesi


       

        BOYAMA SEVDASI

        Kendime kızıyorum bazen. İnsan evinin işini gücünü bitirip eline kitabını alıp  bir de yanına  çay,  Başka şey düşünmeden şöyle sakince oturamaz mı? Ben başaramıyorum böyle bir şeyi yapsam da çok ender. Kitap okurken zaten evi barkı unutuyorum. ev halkı elime bir kitap almasam diye bakıyor da bu aralar kitaplarımı mumla arıyorlar desem yeri.
      
        Uzunca bir zamandır mobilya boyamaya merak saldım. Ama bu da bir zaman ve emek gerektiriyor. Üstelik küçük yerdesiniz bir kurs yok. Neyse İstanbul seyahatimi bir atölyenin toplu çalışma gününe denk getirdim- onlar" work shop" diyorlar- (dilimizin ve vurdumduymazlığımızın içler acısı hali) ancak gidebilmek ne mümkün. Ben Beylikdüzü'ndeyim atölye Emirgan'da. Gözümü karartıp yola çıkacakken önüme çıkan trafik engeli. Hasılı kelam hevesim kursağımda kaldı. Katılamayacağımı bildirdim fakat aklım boyamada. Araştıra araştıra Anadolu yakasında bir atölye buldum.  Oğluma geçtiğim zaman kısa bir ders almak üzere anlaştık. Sağ olsun Emel Hanım o kısacık süre içinde çok yardımcı oldu.


      Elbette ki yeterli değil. Benim daha çok çalışmam gerek. Boyalar  ve toplu çalışmalar ise oldukça yüksek meblağlar istiyor.  Her neyse Ufak tefeklerle işe başladık bakalım. Şöyle rahatça ayaklarımı uzatıp "emekliliğin tadını çıkarmak" varken yine başıma iş açtım. Koştura koştura ev  işlerini bitirip doğru boyaların başına. Yok canım ben akıllanmam.


        Bunlar elim boyaya alışsın diye boyadıklarım.




      İlk eskitmeyi çerçevede denedim.



      Mobilya olarak seçtiğim ilk kurban. Eski sehpa.

Biraz eskitelim bakalım olacak mı?



Olmuş mu dersiniz? Şimdi sipariş ettiğim boyaları bekleme zamanı... İnşallah öncelikle kendime mahçup olmam.

27 Ekim 2017 Cuma




       KEYFİNİ ÇIKAR

       Uzun zamandır bu sözü duyuyorum. Özellikle öğretmen arkadaşlarımdan. Sebebi de emekli olmam. Keyif nasıl çıkarılır bilmiyorum ki.  Çalışırken keyifli  değil miydim? Çocuklarımla bir adım daha ileriye gitmek için çabalamak,onların enerjisine ayak uydurmak için efor sarfetmek, beraber yaptığımız çalışmaların sonucunu görmek,şiir gecelerimizde vermek istediğimiz mesajın sahiplerini bulduğuna sevinmek keyif almak değil miydi?
    Bir ömrü çocuklarla,gençlerle geçirdikten sonra onlardan uzaklaşmak gerçekten çok zor. Velhasıl dostlar elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğim, günlerimi bir düzene sokamadığım,çok şey yapmak isteyip(acaba istiyor muyum gerçekten) hiçbir şey yapamadığım zamanlardayım. Şaşkınım sözün kısası.
   Sizlerden çok uzak kaldığımın farkındayım. Blogları takip etsem de bir şey paylaşmak içimden gelmedi. Bu tembel komşunuzu affedin olur mu? Hayattan tad aldığımız günlerde buluşmak dileğiyle hoşça kalın.

22 Ağustos 2017 Salı



   BİR KIVILCIM DÜŞER ÖNCE...



    Yalnızlık Allah'a mahsus. İnsansa şu fani dünyada bir arkadaşa muhtaç. 
     Arkadaş: arka,dayanacak kuvvet.
     Liste uzun: Hayat arkadaşı,yol arkadaşı,asker arkadaşı,sıra arkadaşı,iş arkadaşı...Hatta blog arkadaşı.
     İnsan çok değişik vasıflarda arkadaş edinebilir.  Ruhuna sıcaklık vermesi,onu mutlu etmesidir önemli olan.Hiç arkadaşı olmadığını hatta arkadaşın gereksiz olduğunu iddia edenlere bakın onların da kendilerine yoldaş olarak seçtikleri vardır. Kitaplarıdır mesela. Doğayla iç içelikleri,dinledikleri müzikleridir ya da. Aşık Veysel en sadık yarinin "kara toprak"olduğunu söylese de sazı,"Ben gidersem sazım sen kal dünyada/ Gizli sırlarımı aşikar etme." diyecek kadar arkadaştır ona. Öyle ya da böyle hepimiz yanımızda bir varlık isteriz.
 Kimimiz hayvanların arkadaşlığını yeğleriz, kimimizin kimsesi çiçekleri oluverir bazen. Ancak   insanın arkadaşlığı başkadır. Tam da Elif Şebnem Akal'ın mısralarda anlattığı gibi:

"Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
 Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka. Bir dost göz arayışıyla, Saat tıkırtısıyla... Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla, Ama; ''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı. Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda. Yoksa zor değil, hiç zor değil, Demli çayı bardakta karıştırıp, Bir başına yudumlamak doyasıya. Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?'' Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra..."

 Arkadaşlıkla dostluk birbirinden ince çizgilerle ayrılsa da dostlukların arkadaşlıkla başladığını düşünürsek ben dostluğu gerçek arkadaşlık gerçek arkadaşlığı da dostluk  olarak algılayanlardanım. Ve bu yayının işi iyi zamanında seninle olup dost görünenlerle veya yolda izde,toplantıda tanışıp kısa süreli yarenlik ettiğin kimselerle ilgili değildir. Hz. Mevlana'nın da dediği gibi ,"Dostluk illa yan yana diz dize olmak değildir. Asıl can cana kalp kalbe olmaktır."
  İnsana asıl dost yaratandır. Ancak arkadaşlık duygusu  Allah'ın insana dünya üzerinde verdiği en güzel nimetlerdendir. Hz. Ebu Bekir'i peygamberine arkadaş kılması ve bunu ayetinde belirtmesi gerçek arkadaşlığın  önemini anlatmıyor mu? Ne diyordu Rabbimiz Sevr mağarasında peygamberimizin öldürüleceğinden korkan Hz. Ebubekir için:" Hani o ikisi mağaradaydılar da hani O dostuna"mahzun olma Allah bizimle beraberdir.demişti."(tevbe suresi 40. Ayet)
 İnsansa zayıftır. Dünyaya dalıp O'ndan uzaklaştığı zamanlar aslında en yalnız zamanlarıdır. Bana göre Allah arkadaşlık duygusunu insan yüreğine dünyadaki yalnızlığını gidermek için koymuştur. En sadık arkadaş da hayatımızı renklendirip yüreğimizi ısıtmanın yanı sıra en güzel ve en zor zamanlarımızda yanımızda olup her şekilde dağılmamızı önleyen, en büyük gerçeğin sonsuz bir hayat ve her şeyin sahibinin Allah olduğunu hatırlatıp kendimize çekidüzen vermemize önayak olanımızdır.
 Dostluk mertebesine erişmiş arkadaşlıklar uzaklıklarla da sınanırlar çoğu zaman fakat  "Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur." diyen Montagne'nin  güzel inancına katılmamak mümkün mü?
   O kadar çok şey var ki arkadaşlık üzerine söylenecek. İyisi mi "Söylendi söylenecekler cancağızım,şimdi yeni şeyler söylemek lazım." diyen Mevlana'ya kulak verip yeni şeyler söylemek üzere sözü size bırakayım. Has arkadaşlıklara...
        

     

12 Ağustos 2017 Cumartesi

 


                           OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR  NEFES SIHHAT GİBİ...
            Sağlık her şeyin başı gerçekten de.Vücut bir yerini beğenmeyince başlıyor feryat etmeye.                Uzun zamandır sarmaş dolaş olduğumuz garip bir kol ağrısıyla  boğuşmaktan şuraya iki satır              karalayamadım.
            Benim ağrım yatmayı çok seviyor. Şöyle omuzumu ve kolumu  beğendiği yere yerleştirip                 bir müddet uzanınca hiçbir şey yok. O sol kürek kemiğimin altından yol bulup koluma saldıran           rahatına  düşkün ağrım da sanki dinlenmeye geçiyor. Bir de ayağa kalkmayagöreyim bir taciz,bir         saldırı...  AmanAllah'ım...Hasılı kelam şu sıcaklarda yatağa yapıştırdı beni.
              Dokuz tane iğne,epeyce ilaç karşı saldırıya geçse de nakavt olmaktan kurtulamadılar ama                yine de düşmanı biraz hırpalamışlar ki dün bayağı rahattım. Hatta"Oh çok şükür." dedim. Erken          sevinmişim. Bugün yine ziyaretime geldi. Yine de öncekine göre çok iyiyim. Hiç değilse nefes            alacak zamanlar bırakıyor bana.
              Çiçeklerimle yarenlik edebildim uzun zaman sonra. Beyaz begonvilim gülerek karşıladı                  beni. Çiçeklerini cömertçe vermiş, gözümü gönlümü doyurdu.
                              
       
                     Çınarım da ağaç olacak neredeyse.    
                               
                                
           Yanlışlıkla dalını kestiğim mor salkımım bana küsmemiş. Sevineyim diye nasıl da coşmuş.
                                 
           
                                 
                                     

                               

       
         Bu yazımda sizinle biraz da arkadaşlık üzerine yarenlik edeyim diyordum ama bu ağrı derin düşünecek zaman tanımıyor bana.İnşallah sonraki zamanlarda.
         Ne güzel söylemiş Kanuni "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
         Ağrısız sızısız günlerde buluşmak dileğiyle esen kalın.

26 Temmuz 2017 Çarşamba







BAHÇEME BUYURUN DOSTLAR
  Pek çoğumuz bir parça toprağa hasret. Köylerimiz var belki ama yanıbaşımızda değil. Apartman daireleri kaderimiz olmasın. Balkonlarımız, pencere önlerimiz bahçemiz olsun ne dersiniz?  Ben kendi çapımda bunu başarmaya çabalıyorum. Çiçek bahçesi benimki. Kim bilir ilerde sebze bahçesi de yaparım, neden olmasın ki?.. Buyurun birlikte gezelim olmaz mı?

                                         

12 Temmuz 2017 Çarşamba



     TIRNAĞIN VARSA BAŞINI KAŞI!

      Bazen ne yapsan işin yolunda gitmiyor. Sevdiğim birkaç arkadaşıma  iğne oyası fular yaptırıp hediye etmek istedim ancak yapacak birini bir türlü bulamayınca iş başa düştü. Yıllardır elime iğne oyası almamıştım ama ataların dediği sıra gelmişti işte. Çok acemice olsa da ortaya bunlar çıktı. E, tırnağın varsa başını kaşıyabiliyorsun.


  İnşallah severek kullanırlar. İğne oyası çalışmalarımı biraz daha ilerletmek ümidiyle hoşça kalın.

3 Temmuz 2017 Pazartesi



                  CAMBAZ  BONCUK


      Yazlık sinemalar üzerine güzel bir  paylaşım yapmış sevgili Begonvil Sokağı.Yazısını okurken mahallemizdeki yazlık sinemayı hatırladım ve nedense ilgisiz gibi görünse de birden aklıma düştü çocukluğumun cambazhanesi ve Cambaz Boncuk.
Hani şair diyor ya,"Biz eskilerde ne güzel çocuklardık..."

     Koşuyolu'nda büyüdüm ben. Üsküdar sırtlarına yaslanmış küçük bir mahallenin kuş seslerine karışmış çocuk cıvıltılarıydık biz. Şimdiki Üsküdar Devlet Hastanesinin civarındaki çayırlıkta kara dut ağaçlarının tepesinde elbiselerimiz dut lekesiyle boyanırken  gözümüz aşağıdaki geniş çayırlıkta olurdu.  

     Validebağ Korusu'nun yanıbaşındaki bu alanda hummalı bir çalışma başlamıştır çünkü. Tahta tribünlerin kurulduğunu anlatan çekiç sesleri çok uzun sürmez. Alanın iki ucuna iki uzun direk dikilip ip de gerilince cambazhane kurulmuş olurdu.

     Bizim asıl beklediğimiz ise kulağımı-za çalınan o mekanik sesti. Ağaçlardan inilmiş,oyunlar bırakılmış, bir çocuk ordusu Koşuyolu sokaklarını iki sırık üzerinde dolaşarak elindeki megafonla duyuru yapan Boncuk'un peşine takılmıştır. Cücelerin yanında koca sesli bir dev...

     Akşam olup da gösteriler başlayınca diğer oyunların bir an önce bitmesini beklerdim. Çünkü  asıl gösterinin sahibi Boncuk'tur. İp üzerinde elinde denge sırığıyla yürüyen bir adam... Çocuk algısına sığmayan,ulaşılmaz bir şey... Bir de düşüyormuş gibi yapınca hiçbir zaman düşmediğini bildiğim halde yüreğim ağzıma gelirdi.

     Ve uzun yıllar ötesinden kulağımda bir şarkı: "Oy dingala dingala/Kömür de koydum mangala/Ayşe de Fatma dostum var/ Çalkala Boncuk çalkala."

     Cambazhane deyip geçmeyin. Sanatın halka dönük yüzünü ilk orada gördüm ben.  İsmail Dümbüllü'yü ilk ve son olarak orada izledim.

      Yıllar birikti,zamanlar geçti. Arada sırada eskilerden söz ederken kısacık hatırlansa da Cambaz Boncuk hatıralarımın arasında kaybolup gitti. Ta ki Begonvil Sokağı'nın yazısı yeniden çağrışım yapana kadar.

     Acaba izine rastlar mıyım, diye internette dolaştım biraz. Benimkilerle örtüşen pek çok hatırayla karşılaştım. Anadolu'yu dolaşan aynı Boncuk mudur bilemem ancak şarkısı bile aynı olunca bizim cambazımız olsun istedi yüreğim.

     Çocuklara bakıyorum şimdi. Her şey mekanik. Eğlenecekleri yerler bile alışveriş merkezlerinin bodrum katları. Her şeyleri varmış gibi görünse de ne kadar yoksullar.
Çocuklarımızın kendi yağmurlarında ıslanması dileğiyle...

Not:Resim internetten alınmadır.

16 Haziran 2017 Cuma


   RAMAZAN BEREKETİ
    Hediyeleşmek sünnet. Sevdiklerimizin gönlünü ufacık hediyelerle almak da sünnete riayet. Öyleyse sevgili bir dosta işlediğim bu hediye de ramazan bereketinden sayılır mı acep ,ne dersiniz?
  İşlerken ben mutlu oldum,arkadaşım da sevinir inşallah.

 Bir an önce bitirip masasında görmek dileğiyle  hepimizin bereketli ramazanlarımız olsun.

11 Haziran 2017 Pazar




     

         KALPTEN KALBE YOL GİDER

  Geç kalmış bir teşekkürdü. Daha da geç olmadan  Blogunu kapatmış olsa da sevgili "değmesinyağlıboya" ya teşekkür ediyorum.Onu "gözlerinden öper.blogspot.com"dan takip edebilmekse yüreklerimize su serpti değil mi?
         
Sevgili dost; bir dost meclisinde başımdaki örtüde, fırından çıkardığım kek tepsisini kavrayan eldiven ve tutacağı her kullanışımda  hep sizi hatırlayacağım.              

  İçimi sevinçle dolduran tablo ise kalpten kalbe giden görünmez bir yol olduğunu gözlerimin her değişinde bir kere daha söyleyecek bana. Teşekkürler sevgili Sevgi.