21 Aralık 2019 Cumartesi

HASRET


    Köyler de değişti artık,köylerde yaşayanlar da. Büyük şehirlerden vazgeçtim küçük yerler bile değişimin bilinçsiz yüzünden nasibini aldı. Çocukluğumuzun toprağa ekip bereketini gören,ineğini sağıp yoğurdunu,çökeleğini eksik etmeyen teyzeleri,amcaları kalmadı; çocuklar folluklardan ya da fındık ocağı diplerinden yumurta toplamanın mutluluğunu yaşayamıyor. Sahte ışıklarla renklendirilmiş kupkuru bir dünyaya kaldık. Elini hiçbir zorluğa değmeden rahat yaşama isteği felaketimiz oldu aslında. Çok kazanılan paralar, hiç bitmeyen ödemeler,alışveriş merkezlerinin karanlık ve havasız en dip katlarında topraksız ve ağaçsız korkunç gürültüler arasında sahte bir mutluluğu yakalamaya çalışan çocuklar...
      
        İstanbul'a son gidişimde Elif Hande'm oyun parkına gitmek istedi. Onu büyük bir alışveriş merkezinin oyun yerine götürdük. Manzara şuydu:
        


   Emin olun çocuk da fazla kalamadı bu ortamda; bunaldı ve çıkmak istedi. Benim hayalimde İstanbul'un göbeğinde Arnavut amcanın papatya serilmiş bahçesinde koşturup yuvarlanmalarımız;bugünkü Üsküdar Devlet Hastanesi'nin bulunduğu tepedeki kara dut ağaçlarının tepesindeki dut yeme sefalarımız... Yazık çocuklarımıza,yazık insanımıza.
Böyle zamanlarda Kızılderili şefinin sözleri düşer aklıma:
      
    Beyaz adam, Annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur.
Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz.
Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak... 
Kızılderili Şef Seattle - 1853

  
    Son ırmak kurumadan,son ağaç yok olmadan,son balık ölmeden beyaz adamın acınacak halini görüp kendine gelmesi dileğiyle...